Şu Ahtapot

yazar:

kategori:

Bir süredir dirseklerim masamda, ellerim suratımda. Gözlerim uzun aralıklarla bir açık bir kapalı. Masamda kilden bir ay biblosu, ara sıra gözlerimin iliştiği. Biraz uzağımda telefonum, bildirimlerini kontrol etme arzumu görmezden gelmek için direndiğim.

Kelimeleri çağırmak için elimdekileri betimlemeye çalışıyor gibiyim. Kendim dediğimiz şey nasıl bir şey diye düşünüyorum, kendim dediğimiz şey kaç adet? İçeride aradığımız kaç kişi var ya da aradığımız şey bir kişi mi?

Benim içimde bir sekiz ayaklı. Midemin üzerinde genelde sürdüren hayatını. Bir ahtapot kendisi. Gül kurusu bir rengi, akılalmaz uzaylı derisi, hayal edilenin aksine ürkütücü olmayan gözleri. Onu hayatta tutmaya çalışan bir kabuk gibiyim ben, o ise benim bana ben dememi sağlayan. Her zaman onun doğrularına uyamıyorum, her zaman anlaşamıyoruz birbirimizle. Anlaşmak derken ona ulaşmak mümkün değil, o isterse iletişim kurabiliyoruz ancak, ben istersem ulaşamıyorum ona. Bir çeşit peri gibi bazen ilham bazen deli. Bazense tamamen yok oluyor, kendine ait kuytu mağaraları var sanki akciğerlerimin arkasında, sessizce tünüyor oralara, sıkıca sarıyor bacaklarını tamamen durgunlaşıyor çevresi. Sanki onu ben uydurmuşum gibi hissettiriyor sanki hiç var olmamış gibi.İçi boş bir kabuk olarak bırakıyor beni, ne demek istediğimi bilmiyorum. Bazense çok sevgi dolu oluyor, güzel kollarıyla hafif hafif vuran dalgalara sebep oluyor, güzel gidiyorsun diyor. Sarılıyor bazen bana tüm kollarıyla içerden içerden, içten. Ah şu ahtapot, iyi ki var.


Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir